Tekil Mesaj gösterimi
Alt 09 Şubat 2015, 20:24   #1
buse
Senior Member
 
Üyelik tarihi: 06 Şubat 2015
Mesajlar: 7,475
Standart O'nu seviyorum ama O'ndan nefret ediyorum

İlişkilerde hissedilen tek duygu sevgi ve aşk değildir. Nefrette çoğu zaman bu paketin içinde gelir. Bu yüzden sevgilisine deliler gibi aşık olan ama ondan ölesiye nefret eden bir çok aşık var.

Nefret ediyorum ve seviyorum. Nasıl olur diye sorarsın belki. Bilmiyorum, ama öyle hissediyorum ve kahroluyorum" diyor Romalı şair Catullus, hayatının aşkı Lesbia'ya seslenerek... Yüzyıllar öncesinden yükselen Catullus'un bu dizeleri, insan doğasının en karmaşık gelgitlerini yaratan zıt duyguların aynı zihinde ve kalpte var olma savaşını ima ediyor. Ünlü İskoç yazar Sir Arthur Conan Doyle da; "Tutkulu bir aşk, güçlü bir nefretin ikiz kardeşidir" diye anlatıyor aşk ve nefret arasındaki ince çizgiyi... Aşkın yakıcı gücünün nefretin sınır tanımayan yıkıcılığıyla eş değer olduğunu; bu şiddetli iki duygunun da özünde aynı hoyrat rüzgârların estiğini tek bir cümleyle özetliyor adeta. Aşk ve nefretin yolu kimi zaman aynı ilişkide kesişiyor; aşkın tutku dolu dinamizmi nefretin kıskacı altına alınıyor ya da tam tersi nefretin hükmettiği duygular askın karşısında kalkanlarını indiriyor. Tehlikeli bir ikilemden ortaya çıkan aşk ve nefret ilişkisi, çatışmalarla dolu gerilimli bir birlikteliğe sebep olarak; iki kalp arasında tutmalar estiriyor...

Savaşan egolar
"Onu ilk gördüğümde ona büyük bir aşkla bağlanacağımı anlamıştım" diyor genç kadın, beş yıldır sürdürdüğü evliliği öncesi esiyle nasıl tanıştığını anlatırken... Genç çiftin yaşadıkları, günümüz ilişkilerinde aşk ve nefret çatışmasını gözler önüne seriyor; "Etkileyici bir erkek olmasının dışında beni ona karşı iten başka sebepler vardı sanki. Ses tonu daha önce tanıştığım kimseninki kadar kulağımda yer etmemişti; bakışları daha önce gözlerimin rastladığı başka gözlerinkine hiç benzemiyordu. Onun da bana karşı aynı şeyleri hissettiğini hissetmem ve itiraf etmesini büyük bir heyecanla dinlemem için fazla beklemem gerekmedi. Birbirimize âşık olmuş ve büyük bir tutkuyla bir anda bağlanıvermiştik. Kısa süre sonra evlendik ve İlişkimizde aşkın yanı sıra kıskançlık da baş göstermeye başladı. İkimizin de kıskançlığın tutkulu bir aşkın getirişi olduğuna inanıyor; bağlılığımızı birbirimizi ne kadar kıskandığımızla ölçerek bundan tuhaf bir zevk alıyorduk. Ancak aramızdaki küçük oyunların zamanla farklı bir hal almaya başlaması fazla uzun sürmedi. Kıskanan olmak yerine sürekli kıskanılan taraf olmayı tercih etmesi bir süre sonra beni sinirlendirmeye başlamıştı. Kendisini her anlamda sanki benden üstün görüyor; yeri geldiğinde ukalalık yapmaktan çekinmiyordu. Ben de bir türlü engel olamadığım öfkemi yerli yersiz serbest bırakıyor; kıskançlık krizleri eşliğinde ona olan duygularımın nefrete yenik düşmesinin önüne geçemiyordum. Şiddetli tartışmalarımızı ardından barışmamız ve eskisinden daha çok birbirimize bağlı olduğumuzu hissetmemiz kaçınılmaz olmuştu. Aramızdaki ilişki, savaşan egoların birbirlerine aşk ve nefretle bağlı olduğu bir ikileme dönüşmüştü adeta. Ayrı kaldığımız zamanlar birbirimizi görmek için adeta çıldırıyor, bir araya geldiğimizde ise birbirimizin varlığına tahammül edemeyerek nefes almakta zorlanıyorduk. Şimdi ise ne yapacağımızı bilmeden hala ilişkimize şans tanımaya devam ediyoruz.

Her ayrılığımızın acısını, tekrar bir araya geldiğimizde yaşayacağım mutluluğu hayal ederek dindirmeye çalışıyorum."

Beni nefretinle sev!
Aşk ve nefretin tehlikeli iklimi, gerçek hayatın dışında kimi zaman beyazperde ve edebiyattaki unutulmaz aşklara da ilham kaynağı oluyor... Margaret Mitchel'in Pulitzer ödüllü aynı romanından 1939 yılında sinemaya uyarlanan Rüzgâr Gibi Geçti, aşk ve nefreti bir arada barındıran tutkulu bir ilişkiyi konu alıyor ve sinema tarihinin efsane filmlerinden biri olarak kabul ediliyor. Güzel ve kibirli Scarlett O'Hara ile karizmatik Rhett Butler arasında iç savaşla birlikte ateşlenen inişli çıkışlı aşk hikâyesi, kıskançlık, tutku ve nefretle karmakarışık bir hale geliyor. Rhett'ın duygularının değişmesi ve Scarlett'i terk etmesiyle trajik bir şekilde son buluyor. Kronte kardeşlerden Emily Bronte'nin Rüzgârlı Bayır ya da Uğultulu Tepeler olarak Türkçeye çevrilen tek ve unutulmaz romanı da aşk ve nefretin gelgiti arasında yıllara yayılan tutkulu bir aşkı konu alıyor. Dünya edebiyatına damgasını vuran bu roman, aşk, intikam ve nefret gibi güçlü duygular etrafında sürüklenen Catherine ve Heathcliff in birbirlerine karşı duydukları tutkunun esiri olarak hayatlarını bir cehenneme çevirmesini konu alıyor. "Bana ne kadar zalim olabileceğini gösterdin. Benden nefret mi ediyorsun Cathy? Seni rahata kavuşturacak tek bir kelimem bile yok. Sen bunu hak ettin ve kendi kendini öldürdün. Evet, beni öpebilirsin ve ağlayabilirsin; benim gözyaşlarımı da silebilirsin. Ama unutma ki göz yaslarım seni lanetleyecek... Beni sevmiştin, peki o zaman neden beni terk ettin?" diyor Heathcliff, büyük bir aşkla bağlı olduğu sevgilisine. Romanın beyazperdeye uyarlamalarında ise unutulmaz Catherine ve Heathcliff karakterleri Laurence Olivier, Merle Oberon, Juliette Binoche ve Ralph Fiennes gibi yıldızlar tarafından canlandırılıyor. Günümüzün aşk ve nefret ilişkileri ise Hollywood yapımlarına konu olmaya devam ediyor. Kathleen Turner ve Michael Douglas'ın bir zamanlar birbirlerine âşık olan ama daha sonra boşanmanın eşiğine gelerek aynı ev için kavga eden bir çifti canlandırdıkları Güllerin Savaşı bu yapımların arasında yer alıyor, iki erkek arasında gelip giderken aşk ve nefretin çılgınlıklara sebep olabilecek fırtınalarına tutulan genç bir kadının hikâyesi olan Bridget Jones'un Günlüğü ve kadın erkek ilişkilerindeki çekişmelere esprili bir yorum getiren Harry Sally ile Tanışınca ise benzer konuyu işleyen filmler arasında yer alıyor.
buse isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla